Feride Acar ile İstanbul Sözleşmesi ve GREVIO üzerine

11 Nisan 2016

 

Uzman Araştırmacı Gökçeçiçek Ayata 

İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi

gokcecicek.ayata@bilgi.edu.tr

 

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açıldı ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Türkiye, Sözleşmeye çekince koymadan taraf oldu. Feride Acar, 2015 yılından itibaren, İstanbul Sözleşmesi’nin denetim organı olan Uzmanlar Grubu’nun (GREVIO) başkanlığını yürütüyor. Feride Acar ile kadına karşı şiddeti, Türkiye’deki durumu, GREVIO’nun yapısını ve taraf devletlerin İstanbul Sözleşmesi’ne dayanan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerinin nasıl denetleneceğini konuştuk.

 

Kadına karşı şiddet, eşitlik şemsiyesi altında geliştirilen bütüncül politikalar ile önlenebilir

 

Gökçeçiçek Ayata: İstanbul Sözleşmesi Uzman Grubu’nun (GREVIO) başkanı ve Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin (CEDAW Komitesi) üyesisiniz. İçinde yer aldığınız uluslararası yapıların ikisi de kadına karşı şiddet ve cinsiyete dayalı ayrımcılık konularında temel standartları ve devletlerin yükümlülüklerini belirliyor. İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddete özgülenmiş en yeni ve kapsamlı Sözleşme, bu alanda mücadele edenlerin elinde yeni ve güçlü bir enstrüman. Türkiye’nin kadına karşı şiddet karnesi ortada. Kadına karşı şiddetin en uç hali olan kadın cinayetlerinin Türkiye’deki oranı endişe verici. Bu vahim tablo hakkında ne düşünüyorsunuz?

Feride Acar: Kadın cinayetlerinde sorun sadece önleme değil. Eşitlik şemsiyesi altında toplanan bütüncül politikalar içerisinde bunu yapmak önemli. İstanbul Sözleşmesi’nin dayandığı dört ilke var; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev-içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi. Bu dördünün birlikte çalışması durumunda kadın cinayetlerini veya daha genel olarak, kadına karşı şiddeti engelleme, önleme yolunda adım atılabiliyor. Yoksa tek başına önlemeye yönelik tedbirler, biliyoruz ki, çok mümkün değil. Ama elbette önleme alanında da yapılacak şeyler var. En başta bakış açısı değişikliği gerekiyor. Toplumda yaygın şekilde kampanyalar yürütülmesi, farkındalık yaratılması ve bu farkındalığın, özellikle ve özellikle, belli meslek gruplarında daha da çok vurgulanması gerekiyor. Bu meslek gruplarının başında kolluk kuvvetleri ile savcılar ve hâkimler dâhil olmak üzere yargı mekanizması içerisinde yer alanlar geliyor. Bu grupların bakış açısı değişikliğine yönelik bir farkındalık eğitiminden geçmeleri gerekiyor. Farkındalık yaratmanın önemli olan boyutu, uluslararası normlardan bu yargı mensuplarının, uygulayıcılarının, yargı mekanizması içinde yer alanların haberdar olması ve bu normları benimsemeleri. Bu normların başında İstanbul Sözleşmesi ve CEDAW Sözleşmesi (Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme) geliyor. Bunların muhakkak hukuk fakültelerinin müfredatı içerisinde ciddi ve ağırlıklı bir şekilde yer alması ve ayrıntılı olarak aktarılması lazım. Geçici ve de hizmet içi eğitimlerle kısa dönemde yapılan bilgilendirmelerin muhakkak faydası var ama yeterli olduğunu zannetmiyorum. Bu konulara yönelik uluslararası hukuktaki gelişmelerin bütününü yansıtıcı bir bakış açısını vermek gerekiyor. Hukuk fakültelerinde nasıl ulusal yasalar ayrıntılı olarak öğretiliyorsa, aynı şekilde, bütün insan hakları normları,  uluslararası mevzuat, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler ve bunlarla kabul ettiği ilkeler ve değerler sistemi de hukuk fakültelerinin asli müfredat ve eğitiminin bir parçası olarak öğretilmeli.

 

Kadın cinayetleri, kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklanan bir davranış biçimi 
 

FA: Kadın cinayetleri konusuna gelince, öncelikle, bu meselenin kadınlara yönelik şiddetin bir türü olduğunu kabul etmek ve diğer şiddet türlerini de göz ardı etmeksizin olaya yaklaşmak lazım. Çünkü şu anda bir ‘ısrarlı takip’ vakası olan yarın bir cinayete dönüşüyor. ‘Israrlı takip’ vakasını ciddiye almaz, ona yönelik yasal düzenlemeleri yapmaz ve uygulamayı buna göre geliştirmezseniz cinayete varmasını engelleyemezsiniz. Önleme buralardan başlayan bir şey. Kadın cinayetlerinin aslında kadın erkek eşitsizliğinden kaynaklanan, onun yol açtığı bir davranış biçimi olduğunun görülmesi ve bu eşitsizliğin her düzlemde karşısına çıkılması, her alanda eşitsizliği giderici politikaların yapılması ve uygulanması gerekiyor. Siyasette, eğitimde, ekonomik alanda, aile içi yaşamda yani tüm alanlarda eşitlik yaklaşımının ciddi bir şekilde genel bakış açısına yerleştirilmesi gerekiyor. Bunun dışında tabii birtakım başka önlemler de var. Daha kısa dönemli ve uygulamaya veya mevzuata yönelik alınabilecek tedbirler var. Örneğin, haksız tahrik indirimlerinin kadın cinayetlerinde böyle bolca kullanılmasının yani bu indirimin cinsiyetçi biçimde uygulanmasının muhakkak önüne geçilmesi lazım. Bu da, dediğim gibi, genel bakış açısının değiştirilmesi ile ilgili ve özellikle hakim ve savcıların konuları ele alırken kullandıkları değerlerin dönüştürülmesiyle ilgili. Yani olaya cinsiyetçi bir bakış açısı ile bakan bir hâkimin kadınlara yönelik şiddet içeren suçlarda haksız tahrik indirimini kullanması veya standart biçimde iyi hal indirimi uygulaması adeta kaçınılmaz oluyor ki işte tam da bundan kaçınılması gerekiyor. "İndirimler bütünüyle kaldırılsın" söylemini doğru bulmuyorum. Bu kararları verecek olan kişilerin uluslararası standartlara ve medeni bakış açısına sahip olması ve cinsiyetçi bir yaklaşımdan arındırılmış olması esas mesele. Bu olduğu zaman, yani indirimlerin gerektiği yerlerde uygulanmasında herhalde hukuken bir sakınca olmasa gerek. Tam tersine gerekli de olabilir.


Devletlerin şiddet vakalarında harekete geçme, mağdurun şikâyeti olmaksızın yargıyı harekete geçirme, mağdur şikâyetini geri çekse dahi bunu devam ettirme yükümlülüğü var


GA: Tam bu noktada kadın hareketinin “Dayaktan cinayete” sloganı akla geliyor. Kadın cinayetlerinin hemen hepsinde cinayet öncesinde de şiddet var. Hatta öldürülen kadınların ceplerinden uzaklaştırma kararları çıkıyor. Bu konuda en önemli sorunlardan biri cinayete varmayan kadına karşı şiddet suçlarının cezasız bırakılması. Oysa şiddetle mücadelede etkili olacak yöntem, cinayetlere uzanan şiddet zincirinin daha başında kadınlar için güçlendirici, erkekler için caydırıcı etkide bir ceza politikası değil mi? İstanbul Sözleşmesi’nin 48. maddesinde taraf devletlere psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik, kadına karşı tüm şiddet biçimleriyle ilgili olarak “arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere zorunlu alternatif çatışma çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gereken yasal veya diğer tedbirleri” alma yükümlülüğü getiriyor. Sözleşmenin 56. maddesinde de “mağdur ve failler arasındaki iletişimin mahkemede ve kollukta, mümkün olduğu ölçüde önlenmesini sağlama” gerekliliğini düzenliyor. Bilmiyorum, haberdar mısınız, bir yasa tasarısı söz konusu, cezada iş yükünün azaltılmasıyla ilgili Ceza Muhakemesinde İş Yükünün Azaltılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı. Tasarı,  basit yargılama adıyla yeni bir usul içeriyor. Bu usulde, üst sınırı beş yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlarla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı tarafından basit yargılama usulü uygulanabileceği, mahkemenin kararını dosya üzerinden vereceği düzenleniyor. Ayrıca, uzlaştırma kapsamına giren suçlarda, dosyanın uzlaştırmaya gönderilmemesi veya uzlaştırmanın başarısız olması durumunda da basit yargılama usulü uygulanabileceği öngörülüyor. Mahkemenin verebileceği yaptırımlar Tasarıda tek tek sayılmış, bunların arasında hükmolunan hapis cezasının ertelenmesi de var. Bu şu demek, mağdurunun daha çok kadınlar olduğu intihara yönlendirme, kasten yaralama, eziyet, cinsel saldırının sarkıntılık düzeyinde kalması, reşit olmayanla cinsel ilişki, cinsel taciz, tehdit, şantaj, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma gibi pek çok suç basit yargılama usulü kapsamına giriyor. Bu usulde mağdur dinlenmiyor. Kadınlar sürece dâhil edilmeksizin, tamamen yargı dışına itilerek aslında zorunlu bir alternatif çözüm yolu üretilmiş olacak. Bu Tasarı, İstanbul Sözleşmesi’ne açıkça aykırı. Siz ne düşünürsünüz bu konuda?


FA: Tasarıyı görmedim, içinde tam ne var bilmiyorum. Ama eğer bir olayda şiddet varsa, ki İstanbul Sözleşmesi’nde şiddet kullanmak için tehdit etmek de bu kapsamda kabul ediliyor, bunun zorunlu bir alternatif uyuşmazlık sistemine aktarılması kesinlikle yasak. Böyle bir şey olamaz. Yani eğer Tasarı bunu getirecekse, buna doğrudan doğruya Sözleşmeye aykırılığı düzleminde karşı çıkılır.  İstanbul Sözleşmesi devletlere basit yaralama veya ne bileyim ben, ufak tefek şiddet, diye düşünülen konuları kadınlara yönelik şiddetin dışında tutmak gibi bir özgürlük, bir takdir hakkı tanımıyor. Dolayısıyla eğer Tasarı böyle bir düzenleme içeriyorsa bu olamaz. Ayrıca, İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli kazanımlarından birisi de devlete 'özen yükümlülüğü' (due diligence) ile davranma zorunluluğunu getirmesi. İstanbul Sözleşmesi’ne göre, devletin şiddet vakalarında harekete geçmek, mağdurun şikâyeti olmaksızın yargıyı harekete geçirmek, hatta mağdur şikâyetini geri çekse dahi buna devam ettirmek yükümlülüğü var. Zaten bu Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri de 'mağdur odaklı' olması. Dolayısıyla, birtakım şiddet vakalarında, basit olsun, hafif olsun, ne olursa olsun, mağdurun dâhil olmadığı, yargı sistemi dışındaki bir usulle bu işin sonlandırılması Sözleşmeye katiyen uymaz.


Türkiye’nin beni aday göstermesi sürecinde kadın hareketinin verdiği destek ve gösterdiği dayanışma benim için çok kıymetli


GA: Biraz da İstanbul Sözleşmesi’nin denetim usulünden bahsedelim. İstanbul Sözleşmesi’nin izlenmesi GREVIO olarak kısaltılan bir uzmanlar grubu tarafından gerçekleştirecek. Siz de oybirliğiyle GREVIO’nun başkanlığına seçildiniz. Türkiye kadın hareketi bu konuda ciddi bir mücadele verdi. GREVIO’da yer almanız, Türkiye’de yaşananların ve kadın hareketinin verdiği mücadelenin Avrupa Konseyi’ne ve GREVIO’ya yansıması açısından çok önemli görülüyor. Bildiğimiz kadarıyla GREVIO şu ana kadar beş toplantı yaptı. Bu toplantılar üzerinden GREVIO’nun yapısı ve İstanbul Sözleşmesi’nin denetiminin nasıl gerçekleşeceği konusunda bilgi verebilir misiniz?


FA: Öncelikle şunu söyleyeyim Türkiye’nin beni aday göstermesi sürecinde kadın hareketinin verdiği destek ve gösterdiği dayanışma benim için çok kıymetli. Bu her zaman hatırlayacağım, her zaman müteşekkir olduğum bir şey. Bu güzel dayanışmanın benim GREVIO üyeliğine ve hatta daha sonra başkanlığa seçilmem konusunda dahi olumlu etkisi olduğunu düşünüyorum. GREVIO olarak şimdiye kadar beş toplantı yaptık. Toplantılarda ele alınan temel husus, Sözleşmeye taraf olmuş olan devletlere, ilk gönderilecek olan soru kâğıdı oldu. Mart 2016’nın ilk haftasında yapılan 5. GREVIO Toplantısında da nihayet bu aşama tamamlandı. Şu an GREVIO’nun taraf devletlere göndereceği soruları içeren anket yayınlanmış durumda. İsteyenler GREVIO’nun web sayfasından bu dokümana ulaşabilir. Bu taraf devletlerde durum tespitini yapmayı amaçlayan bir soru kâğıdı. Soru kağıdı ile eş zamanlı olarak GREVIO’nun denetim takvimi de açıklandı. Bu soru kâğıdı, bundan böyle açıklanan takvime göre, sıra ile taraf devletlere bir de resmen gönderilecek ve onların sorulara verecekleri yanıtlar devlet raporlarının özünü teşkil edecek. Yani baştan sona bir rapor yazmayacak devletler, bu sorulara verdikleri cevaplarla raporlarını oluşturmuş olacaklar.


İstanbul Sözleşmesi’nde, kadın örgütlerinin, Sözleşmenin uygulama ve denetlenmesi sürecine katılmaları teşvik ediliyor


GA: GREVIO’nun taraf devletlerin İstanbul Sözleşmesi’ne dayanan yükümlülüklerine ilişkin denetleme görevi kapsamında hazırladığı bu soru formu her devlet için aynı mı olacak? Yoksa süreç içerisinde ülkelerde yaşanan sorunlarla bağlantılı olarak taraf devletler için farklı sorular mı hazırlanacak?


FA: İlk soru formu standart; tüm taraf devletlere aynı form gidecek. Zaten bu soru kağıdı internet üzerinden de herkese açık durumda. Böylece ilk aşamada durum tespiti yapılmış olacak. Daha sonraki aşamalarda, yani ikinci ve sonraki dönem değerlendirmelerinde hazırlanacak soru kâğıtlarında ülkelerdeki sorunların niteliğine göre, farklılaşan vurgu alanları olacak. Geliştirilen soru kağıdı oldukça ayrıntılı. Dolayısıyla buna verilecek olan cevaplar önemli. Bu sorulara verilen yanıtlara dayalı olarak oluşturulan devlet raporu GREVIO’ya gönderilip rapor GREVIO tarafından incelendikten sonra, devlet temsilcileriyle GREVIO arasında, Strazburg’da, karşılıklı bir görüşme olacak. Fakat sadece onunla yetinilmeyecek. Sivil toplumun da anket formundaki soruların yanıtlarına yönelik olarak GREVIO’ya bilgi ve/veya 'gölge rapor' iletmesi mümkün ve beklenir. Soru kâğıdı oluşturulduğu anda, kamuya açık bir şekilde, Avrupa Konseyi’nin GREVIO’ya ait web sayfasında ilan edildi. Bilindiği üzere, sivil toplum örgütlerinin, özellikle kadın STK’larının, Sözleşmenin uygulama ve denetlenmesi sürecine anlamlı biçimde katılmaları İstanbul Sözleşmesi’nde zaten teşvik ediliyor. Bu bağlamda bu tür yapıların kendi ülkelerine ilişkin olarak yapılacak denetimde, bilgilendirme konusunda, GREVIO’ya ulaşmaları bekleniyor, isteniyor.  Kadın örgütlerinin anketteki tüm soruları yanıtlaması beklenmiyor; kendileri açısından önemli gördükleri ve devlet raporuna ilave yapabilecekleri ya da kendilerinin farklı bilgi ve deneyim sahibi oldukları alanlarda GREVIO’ya bilgi iletmeleri iyi olacaktır. GREVIO’nun gerçekleştireceği denetimde bir de raporu değerlendirilmekte olan devlete bir GREVIO heyetinin gitmesi ve gerekli görülen kişi ve kuruluşlarla yerinde yüz yüze görüşmeler yapılması öngörülüyor. Bu görüşmelerin devlet yetkilileri ile adalet ve kolluk güçleri gibi kamu kurumlarından kişilerin yanı sıra, kadın örgütleri temsilcileri, alanda deneyimli uzmanlar ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ile gerçekleştirilmesi bekleniyor.


GA: Soru formlarının taraf devletlere iletilmesinden sonra süreç nasıl işleyecek?


FA: Tespit edilen takvime uygun olarak devletlere soru formuna ilişkin yanıtlarını iletmeleri için dört ay kadar bir süre veriliyor. Sonrasında, teslim edilen devlet raporunun GREVIO tarafından ön incelemesi ve Strazburg’da GREVIO’nun devlet yetkilileri ile yüz yüze görüşme gerçekleştirmesi aşaması geliyor.  Bu görüşmede raporda açıklığa kavuşmamış ya da daha ayrıntılı bilgi ihtiyacı duyulan hususlarda devlet yetkililerine sorular yöneltilecek. Bu görüşmelerden sonra GREVIO üyeleri ülke ziyaretlerini gerçekleştirilecek ve GREVIO taraf devlet hakkındaki ‘taslak rapor’unu hazırlayacak. Bu ‘taslak rapor’ ilgili devlete gönderilecek ve varsa yorum ve katkıları istenecek.  Bir sonraki aşama ise, ‘taslak rapor’a gelebilecek devlet yorum ve katkılarının da gözden geçirilmesinden sonra GREVIO tarafından hazırlanacak olan nihai ‘Değerlendirme Raporu ve Sonuçlar’ belgesinin ilgili devlete ve Taraflar Komitesine iletilmesi. Bundan sonraki süreç ise, İstanbul Sözleşmesi’nde öngörüldüğü gibi ve Avrupa Konseyi’ndeki usul ve teamüllere göre söyle işliyor. Bilindiği üzere, İstanbul Sözleşmesi’nin, bu tür Avrupa Konseyi sözleşmelerinde adet olduğu üzere, iki ayaklı bir denetim mekanizması var. Bunlardan biri şimdiye kadar anlattığım süreci yürüten ve asıl denetimden sorumlu bir bağımsız uzman komitesi olan GREVIO; diğeri ise Taraflar Komitesi. Taraflar Komitesi, Sözleşmeye taraf olan devletlerin temsilcilerinden oluşan siyasi bir organ. Usul gereği, GREVIO hazırladığı nihai ‘Değerlendirme Raporu ve Sonuçlar’ belgesini Taraflar Komitesi'ne gönderiyor; bu Komite de belgeyi gözden geçirerek taraf devlete resmen iletiyor. Taraflar Komitesi devlet temsilcilerinden oluşan bir organ olduğu için bağımsız Uzman Komitesi (GREVIO) tarafından yapılmış olan değerlendirmelerin ve görüşlerin, uygulaması denetlenen devlete bu Komite tarafından iletilmesinin daha güçlü bir iletim tarzı olduğu düşünülmüş. Şimdiye kadar başka Avrupa Konseyi sözleşmelerinin denetiminde de kullanılan bu sistem gayet olumlu ve de etkin bir şekilde işliyor; GREVIO’da da işleyeceğini ümit ediyoruz. Ben GREVIO Başkanı olarak, 14 Aralık 2015’de Taraflar Komitesi'ne bir sunum yaptım. Orada edindiğim izlenim Taraflar Komitesinin GREVIO’nun çeşitli konulardaki yaklaşım ve görüşlerini çok önemsediği ve bunları ilgili taraf devletlere aktarmada olumlu bir rol oynama eğiliminde olduğu yönünde.

 

GREVIO, kadın haklarının korunması ve kadınlara karşı şiddetin Sözleşmeye uygun biçimde ortadan kaldırılması konusunda kararlı üyelerden oluşuyor


GA: Peki bu aşamada Taraflar Komitesi’nin GREVIO’nun sunduğu raporlarda herhangi bir değişiklik yapması mümkün mü?

FA: Böyle bir işleyişi hiç beklemiyoruz çünkü bu tam bir onay mekanizması değil, bu bir işbirliği mekanizması. Dolayısıyla Taraflar Komitesini bir onay mercii olarak görmek bence doğru değil. Avrupa Konseyi’nde böyle çalışan başka yapılar da var; yani bu kurumda yerleşik düzen. Dolayısıyla burada olumlu olan nokta, dediğim gibi, Uzmanlar Komitesi (GREVIO) tarafından yapılmış olan değerlendirmenin siyasi bir komite tarafından devlete iletilmesi. Bu ayrı bir ağırlık, bir güç taşıyacağı beklenen bir usul. Nitekim bize iletilen de, geçmişte bu konularda Avrupa Konseyi’nde hiçbir sorun yaşanmadığı. Bence şu anda olumsuz bir şey beklemek için neden yok. Ama tabii bu biraz da yaşayarak görülecek bir şey. Açıkçası, başka konularda olmamış olması, kadına karşı şiddet konusunda ne olacağının yüzde yüz garantisi olur mu, ben de bilemiyorum. 'Kesinlikle olmaz' da demiyorum. Çünkü kadına karşı şiddet birçok devletin, sadece Türkiye değil, başka konulardan çok farklı şekilde yaklaştığı bir konu olabiliyor. Onun için bu konuda dikkatli olacağız. Ama şunu söyleyebilirim, GREVIO kadın haklarının korunması ve kadınlara karşı şiddetin tamamen Sözleşmeye uygun biçimde yok edilmesi konusunda çok azimli üyelerden oluşuyor ve ben GREVIO’nun bu yapısı ile İstanbul Sözleşmesi’nin metnine olduğu kadar ruhuna da uygun olarak uygulanması ilkesine sahip çıkacağına inanıyorum.


GA: Peki Strazburg’daki devlet görüşmeleri CEDAW Komitesi'nde olduğu gibi sivil topluma da açık görüşmeler mi olacak yoksa tamamen kapalı bir diyalog süreci mi yürütülecek?


FA:  GREVIO’nun çalışma kurallarına göre devletlerle olan diyalogun kapalı olması bekleniyor. Ama sivil toplumun katılabileceği kamuya açık görüş-alışverişleri de mümkün. Bunları biraz uygulamayla göreceğiz.


GREVIO’nun bireysel başvuru alma yetkisi yok, genel bir soruşturma açma yetkisi var


GA: Herkesin merak ettiği soru, GREVIO bireysel başvuru almaya başlayacak mı?


FA: Biliyorsunuz İstanbul Sözleşmesi’nde GREVIO’ya bireysel başvuru değerlendirme, yani tek tek vaka temelinde soruşturma yapma yetkisi tanınmamıştır. Ancak şu an bile GREVIO’ya bireysel başvurular geliyor. Bunlar ancak söz konusu devlet değerlendirileceği zaman GREVIO’nun dikkate alacağı bilgiler olarak saklanıyor. Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nde acil ilgi gerektiren ve vahim ve yaygın ihlaller durumunda GREVIO’nun ilgili devlete yönelik genel bir soruşturma açma yetkisi var. Bu bireysel başvuru için açılacak bir soruşturma değil, yaygın ve vahim, kadınlara karşı şiddet durumlarında açılabilecek bir soruşturma.

 

Orta vadede, Avrupa Konseyi üyesi olmayan bazı devletlerin de Sözleşmeye taraf olabileceğini düşünüyorum


GA: İstanbul Sözleşmesi’nin bir dünya sözleşmesi olması mümkün. Sözleşmenin 76. maddesine göre, Avrupa Konseyi’ne üye olmayan herhangi bir devlet de Sözleşmeye katılmaya davet edilebilir. Bu konuda bildiğiniz bir girişim var mı? Yakın süreçte İstanbul Sözleşmesi’nin bir dünya sözleşmesi olmasını bekleyebilir miyiz?


FA: İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlara karşı şiddet konusunda ‘altın standart’ olduğunu, yani en yüksek, en değerli standartları içerdiğini, dünya düzeyinde de, herkes kabul ediyor. Sözleşme Avrupa Konseyi üyesi olmayan devletlerin onayına da açık ve Konseyin bu devletlerin de Sözleşmeyi onaylamasını çok destekleyen, teşvik eden bir yaklaşımı var. Şu ana kadar böyle bir onay olmadı. Ben orta vadede, Avrupa Konseyi üyesi olmayan bazı devletlerin de Sözleşmeye taraf olabileceğini düşünüyorum. Özellikle Avrupa’ya komşu bölgelerdeki belli devletler tarafından İstanbul Sözleşmesi sürecinin yakından takip edildiğini ve oralarda böyle bir eğilim olduğunu biliyorum. Bunlar çok kısa vadede olmasa da orta vadede gerçekleşebilir. Diğer taraftan, kadınlara karşı şiddet konusunda Birleşmiş Milletler düzeyinde yeni bir küresel sözleşme hazırlanması yönünde bazı görüş ve girişimler de var. Bunu özellikle, bir önceki dönem Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Şiddet Özel Raportörü Rashida Manjoo çok istiyordu.  Ancak CEDAW Komitesi'nin bu konuda olumsuz bir yaklaşımı var; şimdiki raportörün de konuya sıcak baktığını sanmam. Benim gördüğüm, Birleşmiş Milletler’de de üye devletlerin pek çoğunda yeni bir sözleşme yapılmasına destek olan bir yaklaşım yok. Dediğim gibi, İstanbul Sözleşmesi orta vadede biraz daha yaygınlaşacaktır. Uzun vadede bütün dünyayı içeren bir sözleşme olabilir mi bilemiyorum. Malum Latin Amerika ve Afrika bölgelerinde, İstanbul Sözleşmesi kadar gelişkin hükümler içermeseler de, kadınlara yönelik şiddet ile mücadele için iki bölgesel sözleşme zaten var. Türkiye kadın hareketinin, Avrupa Konseyi’ne üye olmayan devletlerin de Sözleşmeye taraf olması konusunda aktif bir rol alması bence çok, çok iyi olur. Özellikle yakın bölgelerdeki mesela MENA bölgesindeki (Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi) ülkeler için böyle girişimlerde bulunulabilir. Çünkü bu devletlerin bazılarının, Avrupa Konseyi’ne üye olmasalar da, Konsey ile çok yakın ilişkileri var. Keza bir takım Asya ülkelerinde de buna yönelik çalışmalar yapılması çok iyi olur. Türkiye kadın hareketi bu konuda da bir aktivizm gösterirse bence olumlu olur.


CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi arasında çok önemli, çok sıkı ve çok hayati bir bağ var


GA: CEDAW, Türkiye’nin 1986 yılından itibaren taraf olduğu bir sözleşme. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ne göre daha çok biliniyor. CEDAW Komitesi ve GREVIO arasında bir diyalog var mı?


FA: Bu Komiteler arasında, etkileşim, iletişim ve bağlantının olması son derece gerekli ve önemli. Zira CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi arasında, çok önemli, çok sıkı ve çok hayati bir bağ var. Kadınlara yönelik şiddetin yapısal niteliği ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile olan ilişkisi ancak kadınlara karşı ayrımcılığın dinamiklerinin anlaşılması ile mümkündür. Ve İstanbul Sözleşmesi, CEDAW’ın özünü oluşturan bu yaklaşım üzerine inşa edilmiştir. Nitekim hem İstanbul Sözleşmesi’nin yapımında hem de bu iki Komitenin çalışmasında bu bağların muhafaza edilmesi ve güçlendirilmesi çok önemli oldu. Ben bu ilişkinin kurulmasında şahsen rol oynamak şansına sahip olduğum için de çok mutluyum tabii. Gelinen durumda bağlantının en canlı örneğiyim bile denilebilir. Bilindiği gibi uzun süredir CEDAW Komitesi’nin üyesiyim; geçmişte başkanlığını da yaptım; İstanbul Sözleşmesi’nin ise yapımında doğrudan rol alanlardan biriyim. O süreçte benim gibi başka bir CEDAW üyesi, ki o da eski bir CEDAW başkanı ve şu anda BM Kadınlara Yönelik Şiddet Özel Raportörü olan Dubravka Šimonović, de bulundu. Şimdi ben hem CEDAW üyesi hem de GREVIO başkanı olarak, bu iki yapı arasında yakın ilişkiler kurulmasına özel olarak önem veriyor, bu konuda aktif olmaya özellikle gayret ediyorum. CEDAW Komitesi ve GREVIO arasındaki ilişki ve diyalog da iki yönlü olarak ilerliyor. Bu bağlamda önemli bir gösterge, CEDAW Komitesi’nin şu anda CEDAW’ın 1992’de yayınladığı 19 No’lu Genel Tavsiyesi’nin güncellenmesi üzerinde çalışıyor olması ve bu süreçte, bu defa, CEDAW’ın İstanbul Sözleşmesi ve GREVIO’dan yararlanıyor olması. CEDAW Komitesi’nde bu girişimi 2015’de başlattık; 2017’de güncellemenin tamamlanması bekleniyor. Bilindiği gibi, 1992 tarihli olan 19 No’lu Genel Tavsiye bütün dünyada kadınlara karşı şiddet ile ilgili gelişen diğer mevzuatın öncüsüdür ve özünü teşkil eder. İstanbul Sözleşmesi de köklerini CEDAW’ın 19 No’lu Genel Tavsiyesi’nden alır. Ancak, bugün gelinen noktada gelişen yeni standartlar onda da bir güncelleme yapma gereğini doğurmuş durumda. Bu güncellemeyi yapmak için de CEDAW Komitesi kendi içinde bir çalışma grubu kurdu; çalışmalar hızlı bir şekilde devam ediyor. O grubun CEDAW Komitesi içerisindeki başkanı benim. Çalışmalar sonunda İstanbul Sözleşmesi hükümleri bağlamında son yıllarda geliştirilmiş olan birçok standardın güncellenen 19 No’lu Genel Tavsiye’ye de aktarılması bekleniyor. Bu konuda özellikle şunu vurgulamak istiyorum. Bugün artık, kadınlara karşı şiddete dair mevzuat ve yaklaşımların ortaklaştırılması; ortaya çıkan belge ve uygulamaların birbirinden haberdar edilip, paylaşılan değer ve standartlar üzerinden şekillendirilmesi için ciddi bir bilinç ve gayret var.  Bu vurguyu hem CEDAW Komitesi’nin hem BM Kadınlara Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü’nün hem de GREVIO’nun çalışmalarında görmek mümkün ki bu da uluslararası mekanizmaların etkinliğinin artması için çok önemli bir adım.


Uluslararası denetim, uygulamayı yönlendirmek ve hızlandırmak açısından çok etkili olabilir ama esas itici güç sivil toplum-devlet işbirliği ile oluşacak toplumsal iradeden gelecektir


GA: Böyle bir gelişme çok önemli çünkü bu mekanizmalar bürokratik ve sürecin öğrenilmesi çok da kolay değil. Bu mekanizmaların birbirleriyle kurdukları bağlantı yerelde kadın hareketlerinin sürece daha kolay dâhil olmasını sağlayacaktır.


FA: Çok doğru... Bu konuda bir şey söyleyeceğim. İstanbul Sözleşmesi ile ilgili benim en önemli endişelerimden birisi şu. Sözleşmeyle ilgili çok büyük bir beklenti var, özellikle sivil toplumda. Bu çok güzel bir şey. Ama bu beklenti bazen beraberinde bir sabırsızlık da getiriyor. Oysa uluslararası süreçler zaman içerisinde işleyen, uzun vakit alan süreçler; değerlendirmeler falan bugünden yarına yapılamıyor. GREVIO ilk soru kâğıdını yayınladıktan sonra, dört ay yanıtlar için beklenecek. Sonra sırasıyla, az önce açıklamaya çalıştığım hayli karmaşık ve detaylı süreç içinde devlet incelemeleri yapılacak. Bu, denetime giren devlet için ortalama bir yıl gibi bir zaman alacak. Diğer taraftan, şu an 20 ülke Sözleşmeye taraf olduğuna ve bu sayı her geçen gün de arttığına göre, sıralamada en sonuncu olan devlete yönelik ilk gözden geçirmenin başlaması, ancak yıllar sonra olabilecek. Türkiye’de, görüyorum pek çoklarında bir sabırsızlık, bir acil beklenti var. Adeta İstanbul Sözleşmesi ve GREVIO denetimi ile birlikte mucizevi bir atılım olması bekleniyor. Hepimiz mucizevi bir atılımın, değişikliğin olmasını isteriz tabii ama bu ancak yereldeki kamu kurum ve kuruluşları ile olduğu kadar oralardaki kadın örgütleriyle uluslararası süreçler arasında sağlıklı bir bağlantı kurulduğu ve yerelde Sözleşmenin uygulanması hızlandığı zaman olabilir. Uluslararası denetim uygulamayı yönlendirmek ve hızlandırmak açısından çok etkili olabilir ama esas itici güç sivil toplum-devlet işbirliği ile oluşacak toplumsal iradeden gelecektir.


GA: Türkiye’de de dünyada da kadınlar şiddete karşı mücadele ediyor. Uluslararası mekanizmalar, yereldeki kadın örgütlerinin önünü açtığı için ister istemez böyle bir beklenti oluşuyor.


FA: Bu da çok gerekli ve önemli. Bu yereldekilerin, İstanbul Sözleşmesi’ni ve GREVIO’nun denetim sürecini kullanarak ulusal yapılarda değişimi zorlamaları imkânını getiriyor. Öte yandan, bu sabırsızlık ve aciliyet ortamının ‘nerede bu İstanbul Sözleşmesi?’, ‘niye bize hala sıra gelmedi?’ gibi tepkilerle bir hayal kırıklığı yaşamasından da biraz endişe duyuyorum açıkçası. İyi anlatmamız lazım sivil topluma ve kamuoyuna bu durumu.


Devletin yapması gereken ilk şeylerden biri de, soru kâğıdının Türkçeye tercüme edilip ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplum ile paylaşılmasını sağlamak


GA: Öncelikle devletin İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu anlatması, Sözleşmeyi tanıtması lazım ama henüz böyle bir süreç başlamış değil.


FA: Tabii bu çok önemli. Daha Aralık ayındaki Taraflar Komitesi toplantısında birçok devletin temsilcisi bana “devletimiz İstanbul Sözleşmesi’nin denetimine yönelik olarak, bu aşamada, nasıl bir hazırlık yapsın?” diye açıkça sordu. Ben de “Siz devletinize iki şey söyleyin. Öncelikle, Sözleşmenin denetimine ilişkin soru kâğıdı geldiği zaman buna verilecek cevabı koordine edecek kurumu belirlesinler ve bu koordinasyon kurumunun elinde mümkün olan bütün bilgilerin şimdiden toplanması için çalışmaları başlatsınlar. Bu aşamada ikinci yapılacak şey, bütün devlet personeline ve de sivil topluma İstanbul Sözleşmesi’nin anlatılması, bu bilginin yaygınlaştırılması. Bunu bütün devletlerin hemen, en hızlı şekilde yapması gerekiyor” dedim. Şimdi ise artık soru kâğıdı ve denetim takvimi yayınlandığına daha da farklı bir aşamaya gelindi. Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye’nin Haziran 2017’de devlet raporunu vermesi gerektiği belli olduğuna ve hangi alan ve konularda, ne ayrıntı düzeyinde bilgi istendiği artık biliniyor. Bu noktada artık, Sözleşmeyi devlet ve toplum düzleminde yaygın şekilde tanıtmanın yanı sıra, anketteki soruların yanıtlarına yönelik çalışmaları hemen başlatmak gerek. Tabii bu bağlamda Devletin ilk yapması gereken şeylerden biri de soru kâğıdının Türkçeye tercüme edilip, bunun bütün ilgili kamu kuruluşları ve sivil toplumla paylaşılmasının sağlanması.

 

Feride Acar kimdir?


1980’li yıllardan bu yana çalışmalarını kadın hakları ve toplumsal cinsiyet alanlarında yoğunlaştıran Feride Acar, 1994 yılında ODTÜ Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı ve Yüksek Lisans Programı'nın kurulmasına öncülük etmiştir. 1994-2003 yılları arasında ODTÜ Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı ve Yüksek Lisans Programı'nın Kurucu Başkanı olarak görev yapan Acar, kadın erkek eşitliği ve kadınların insan hakları konularında Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği gibi kurumlar için uluslararası danışman olarak görev yapmıştır. Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne (CEDAW Komitesi) 1997 yılında üye olarak seçilen Feride Acar, raportör ve başkan yardımcılığı ve başkanlık görevlerinde bulunmuştur, halen Komitenin üyesidir. 2015 yılından itibaren, yazımında da yer aldığı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) denetim organı olan Uzmanlar Grubu’nun (GREVIO) başkanlığını yürütmektedir.